BİLMEMENİN FAYDALARI





















  Çağımızda bilimsel açıdan detaylıca sınıflandırılmış teorik bilginin sahip olduğu alan, günden
güne hızlı biçimde genişlemekte, insanlık için ise geçen her yıl bilim dünyasındaki bilgileri öğrenip, detayları kavramak daha güç bir hale gelmektedir. Oysa bu hızlı gelişimin aksine, temelde insan aklının kavrama gücü sınırlıdır. Bunun etkisiyle de birlikte zaman geçtikçe insanlar, mevcut kavrama gücünü geniş bir alana yaymak yerine, daha spesifik alanlarda uzmanlaşma çabasına büründü. Özellikle böylesine çeşitli alanları bünyesinde barındıran bilgi aleminin farkına varıldığında, kişinin odağını belirli alanlarda koruyabilmesinin asıl değerli olan olduğu anlaşılabilmektedir. Bu gibi gelişmeler özellikle son 50 yıllık süreçte hiper uzmanlaşma gibi bir kavramı beraberinde getirdi. Hiper uzmanlık en basit tanımıyla, bir insanın bir işi çok iyi yapabilme kabiliyeti, bunu gerçekleştirirken doğrudan veya dolaylı olarak bütün insanlığa katkıda bulunmak üzere çaba göstermesidir. Hiper uzmanlaşmanın gözden kaçırılmaması gereken kilit noktalarından biri ise iletişimdir, çünkü burada sistemin sağlıklı yürüyebilmesi için farklı uzmanlıklar arasında kurulacak diyalog ortamı hayati önem taşımaktadır. Sanılanın aksine insanoğlu, özünde her ne kadar bencil olsa da hala oldukça kolektif bir yapıya sahip, beraberce ortak hayatı inşa ettiğinden dolayı yukarıda belirtilen iletişimin gücüyle insanlığa katkıda bulunma ifadesi oldukça önemli ve değerli bir konumdadır. İnsanoğlunun ilerleyişine herkesin katkıda bulunması ancak belirli uzmanlaşmalar ile mümkündür, bu ortak hayat inşa edilirken, yeni hiper uzmanlaşmanın eski parlayan yıldızları Goethe, Kant, Ali Kuşçu gibi bazı ahlaki ve ruhani liderlerin ön plana çıkarak içinde yaşadığı zaman ve mekanın sınırlarını aşma başarısı, görülmesi gereken en büyük gelişmelerdir.

''Mutluluğa giden yol, her yerde bir şeylerden feragat etmekten ve kendi kendini sınırlamaktan geçiyor.''
-Albert Einstein

  İnsanın en kutsal özelliği bilmek ve düşünmek, asıl edinilmesi gereken yetkinlik ise bu ikisini doğru ve sistematik biçimde kullanabilmektir. Yaşamını sürdürdüğü zamanı doğru analiz edememekle birlikte gerçek bilginin sınır ve değerinin farkına varamamış insanların düştüğü, kendini bilge varsayma gibi genel bir yanılgı mevcuttur. Bağımsız, dürüst ve ön yargılar yüklenmemiş bir bilgiyi kendi haznesinde barındırmak, onu kullanabilmek, ancak sanılanın aksine çoğu başlıkta bilen değil öğrenen tarafta olduğunun farkındalığı ile sağlanabilir. Bu anlayışın çıktılarını algılayabilen kişi, bilimi bir bütün olarak ele alırken zamanla üstünkörü bir kavrayışa ulaşmanın imkansız hale geldiğini kavrayabilmektedir. Kendi bünyesinde bir gaye olarak sonu bulunmayan bilgiye ulaşma çabasının bir dezavantajı ise kaybolmuşluğun içinde büyük resmi görememektir. Oysa o resme bakıldığında, insanın kendisinin özünde evrene, geçmişe veya geleceğe kıyasla bir hiç olduğunun, özellikle eğer gerçeği bilme arzusunu daha belirli alanlara yönlendirip, o alanı geliştirmek üzere layıkıyla çalışmamışsa 2 nesil sonra kimsenin hatırlamayacağı bir isimden ibaret olacağının farkına varılabilmektedir. Özellikle bulunduğumuz yüzyılda bu gibi acı gerçeklerden uzaklaşmışlık, insanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturmakta ve kişi özelinde düşünce yapılarını olumsuz anlamda etkilemektedir. İnsanlığın hem içsel hem de dışsal olarak yaşadığı bu öz bilinç savaşından kurtuluşu, kendi sahip olduğu bilgisinin ve onun sınırlarının gerçekten farkına varması ile gerçekleşebilir.


  Bilmemek ulaşılması oldukça kolay, dile getirmenin ise bir o kadar zor olduğu bir kavramdır. İşte bu paradoks bireyi, entelektüel açıdan zinde, özgür bir insan olmaktan alıkoyar ve özünde hiçbir şeyi bilmediğinin farkına varmasına engel olur. Günümüze bakıldığında insanlar koca şehirlerde, o kadar bilmeye ve galip gelmeye odaklanmış durumda ki hiçbir olaya bir adım geriden bakarken, dingin biçimde bilmemenin veya kaybetmenin tadına varıp, dersini çıkaramıyor. Tamamen unutmaya başladığımız, bilmeden duymanın, seyretmenin, bazı zamanlar kaybetmenin dahi pozitif bir parçası, belki de bizi gerçek mutluluğa ulaştıracak yegane araçtır, çünkü tümüyle hırsa bürünmenin aksine bilmemenin de kaybetmenin de kendine özgü bir erdemi, çıkarılması gereken, çoğu zaman anlaşılması güç ve zaman alan bir dersi mevcuttur. Samimi biçimde bu dersi öğrenirken, beraberinde çok yönlülüğünü uygun şekilde oluşturabilmiş birey, hem kendisini hem de ait olduğu topluluğu durum üzere şanslı addetmelidir. Burada ulaşılmak istenen sonuç, doğal duygusal bir tepkiyle bilmemek mutluluktur gibi bir ifade değil, rasyonel bir temelden güç alarak bazı zamanlarda bilmemenin veya başarısızlığın içinde saklı değerinin unutulmaması gerektiğini belirtmektir. Bilhassa sadece yaşamak yerine her anlamda iyi yaşamayı amaç edinmiş bir birey, kaybolmuşluğun kurtuluşu olarak kendisine ufak bir farkındalık armağanını çok görmemelidir. Konuyu Alman filozof Erich Fromm'un ifadesinden bir alıntı ile sonlandırmak gerekirse, ''Bilmek ve hala bilmediğimizi düşünmek en yüce marifettir. Bilmemek ve buna rağmen bildiğimizi düşünmek ise bir hastalıktır.'' 

Kaynakça
  • Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri, Aristoteles Felsefesi
  • İlber Ortaylı ''Bir Ömür Nasıl Yaşanır ?''
  • Erasmus ''Deliliğe Övgü''

Popüler Yayınlar