İnanç Kalelerimizin Akıbeti

  Din, bilim ve sanat gibi temel insani faaliyet alanlarından birisi, hayatın çok farklı alanlarıyla ilişkilendirilmesi mümkün, tıpkı insan vücudunu saran kılcal damarlar gibi sayısız etki alanına sahip bir kültür kurumudur. Yüzyıllardır etkisini korumayı başaran farklı içtepilerin de etkisiyle birlikte, söz konusu inanma geleneği, on binlerce farklı inancı beraberinde getirdi. Zamanla sarmal haline gelen bu inanç dairelerinin içerisinde yer almayı sürdüren insanoğlu, Tanrı, evren, evrenin kaynağı, insanın özü ve kaderi, Tanrı ile insan arasındaki ilişkiler gibi yapısı itibariyle bilimsel olmayan, metafizik araştırma alanlarının kimi taraflar tarafından doldurulma iddiası, her birinin en doğru olduğu iddialarına alışma durumunda kalmıştır. Bu gibi gerçeklerin de etkisiyle birlikte, kendi dinine inanmayan her bir bireyi kurtarılacak kişi olarak görme veya karşı tarafı inancını savunmak zorunda bırakma ve bunu problem olarak görememe sistemi kurulagelmiştir. İşte burada bilgiden bağımsız olarak benimsenen böylesine bir kavramı, 'tebliğ' kavramının bir tık ötesine dahi taşımak sakıncalı olabilmektedir çünkü en temelde bilinen bir şeye inanılmaz, o şey yalnızca bilinebilir. Dolayısıyla inanılan bir şey de bilinemez; daha doğrusu dinde söz konusu olan inanmada, bilinme ihtiyacı veya herhangi bir bilgi ile doğrulanma gereği görülemeyeceği gibi herhangi bir karşı bilgi tarafından yanlışlanabilecek bir yapı veya özellikte de değildir. Yani buradaki inanç, insanın bir varlık hakkındaki bilgi eksiliğinden ötürü geçici bir süre için benimsenen, bu konuda kesin ve güvenilir bilgilere ulaşıldıktan sonra yerini söz konusu bilgiye terk etmesi gereken bir etkinlik değildir. Doğal olarak bir kişi tarafından aktarılan inanç temelli bilgi niteliği taşıyan ifadeler, karşı tarafın inancına çoğu zaman bir etki dahi oluşturamaz.

  Kritik düşünsel eylemlerin ardından inanç kavramının zihinde doğru yerlerde konumlandırılması mümkün olabilir, burada herhangi bir dine mensupken din üzerine düşünme işleminin objektif anlamda yapılabilirliği her vakit sorgulanmış ve tam manasıyla cevaplandırılamamıştır. Müthiş paradoksları beraberinde getiren bu araştırma ve düşünme hâli spesifik yetenekler gerektirmektedir çünkü ancak dinler üzerine düşünme kabiliyetini geliştirdikçe insan, ruhsal ve zihinsel anlamda belirli aşamaları katedebilmektedir. Burada yer alan nihai anlam arayışında sona yaklaşıldığının ufak seziş parçacıklarını tadabilmek için dahi öz bilincin yükseltilmesi, objektif ve sübjektif din başlıklarının zihinde kurulması gerekmektedir.


  İslam’dan örnek verecek olursak, felsefeyle din, akılla iman arasında bir uzlaştırma gerçekleştirmeye çalışan Farabi ve İbn-i Sina gibi çeşitli filozoflar olmuştur. Başlık olarak Kierkegaard ve ondan önce bazı Müslüman Kelamcılar tarafından işaret edildiği üzere son tahlilde derinlerde asla değişemeyecek özel bir gerçek yatmaktadır. Eğer bilmek, iman etmenin yerini tutabilseydi veya iman edilen şey aynı zamanda bilinmesi yapısal olarak mümkün bir şey olsaydı, o zaman dine gerek kalmaz, bir süre sonra inancın yerini bilgi alırdı. Yine Kierkagaard’ın kendine özgü bahsi geçen görüşünü kabul etme zorunluluğu bulunmasa da imanın, özü itibariyle burada bilgiden farklı bir şeyler olduğunu kabul etmekte yarar vardır. Kierkegaard, Hristiyanlık ile ilgili olarak ise tüm meselenin onun akla aykırı olması ve dolayısıyla imanı şart koşması olduğunu ileri sürer. Buradan da çıkarılabilecek en değerli sonuç, bir şeye inanma veya iman etmeyi bütünüyle bilmenin oldukça olasılıksız olmasıdır.

  Bunların devamında teoloji ve din felsefesindeki ayrımı da iyi yapmak gerekmektedir, çünkü oldukça benzer iki yaklaşım olsalar da amaçları ve bunları gerçekleştirme özellikleri bakımından büyük farklılıklar içermektedirler. Örnek olarak ise inancı ele alma yaklaşımlarındaki tarafgirlik katsayısı verilebilir. Çoğu filozof ve din insanına göre herhangi özel bir dinin felsefesi olmamakla beraber ayrı bir kategoride, Tanrı’nın varlığının mümkün olup olmamasından başlayan, oldukça geniş bir araştırma alanıyla, din felsefesi bulunmaktadır. Öte yandan teolojiler, konularına din felsefesine göre daha az akademik yaklaşmakla birlikte, inceledikleri dinin inanç ve pratiklerini doğru diye kabul edip onların akılsal, entelektüel savunmasını yapmaya ve başka rakip dinlere veya ideolojilere karşı onları önde kılmaya çalışmaktadır. Özetle teoloji biraz daha din üzerinden felsefe yaparken, buna karşılık din felsefecisi hiçbir dinsel iddiayı kesin, şüphesiz, doğru olarak kabul etmez.

  İnsan hayatını ve içinde bulunduğu evrenle belli ölçüde doyurucu ve anlamlı bir ilişki oluşturma çabası, temel insani faaliyetlerin de ötesinde her türlü alanda bilgelik sağlama girişimi gibi başlıkları her açıdan sorgulamak gerekmektedir. Bunun gerekliliği bilimin henüz ulaşamadığı her alanı din ile doldurmaya çalışma akımlarına engel olunabilmesinin ancak bu şekilde mümkün kılınabilmesindendir. Bu geçiş sürecinde ise yaşamı anlamlandırabilme çatısı altında, ölümle bir anlamlılık arama veya doğrudan tanıma dürtüsünü kontrollü bir biçimde ilerletmek gerekmektedir. Bu sürecin son aşamasında müthiş bir anlam bulunması değil, daha önce kişinin beyni tarafından hiç kurcalanmamış boşlukların doldurulma hazırlığının yapılması asıl gayedir.

  Felsefenin politik bir tehdit olarak algılandığı, kutuplaşmanın her anlamda zirvelere çıktığı bu günlerde din konusunun veya hayat görüşünün değerli olduğunu ama o kadar da önemli olmadığını anlamak gerekiyor. İnanç meseleleriyle ilişkilendirilerek, toplumu etkileyen her türlü konu, çoğu zaman oldukça flu, özünde akla aykırılık yatan, düşünme problemini ortadan kaldıran çözümler, yöneticiler tarafından toplumu din vasıtasıyla depolitize edip apolitikleştirmek üzere kullanılmaktadır. Her yöneticinin hayali, kolay anahtar kelimler ile kontrol edilebilir bir toplum, çeşitli bilgiye ulaşımı artıran teknolojilerle günden güne daha uzak bir rüya halini alsa da tam olarak pozitif, doğru bir yönetim ütopyasının mümkün olma durumu karşı tez olarak yerini korumaktadır. En azından şimdilik güç görünen bu oluşumun hayallerine kapılmaktansa, lezzetli düşünsel aktivitelerle kendi kabuğumuzda bunları kısmen de olsa yaşayabileceğimizin unutturulmaması dileklerimle…

Popüler Yayınlar